Sayfalar

4/15/2012

tamamlanmak istemeyen yazı

bir sürü düşünce ve bağrış- çağrış ve bir takım kendini-paralamalar sonucunda, en sonunda bitap düşen bünye, bir harekette bulunmak için kendini zorlamak yerine, akmayı öğrenirmiş... ya da galiba bazen böyle sonuçlar getirebilirmiş... belki de, olan biten herşeyi "zorundalıkla maruz kalma" yerine "kabullenme" perspektifinden görebilmek için, boynu bir veya sayısız kere kırmak sureti ile kulak memesinden daha yumuşak kıvamlar elde edilebilirmiş... bilemiyorum... her bünye aynı da değil ki şimdi genelleme yapayım!

çalışmaya başladım... insan çalışırken, ister istemez adıyor kendini... bütün zaman ve enerjiyi işe yatırınca, kendisi açısından pek üretken olamıyor insan galiba... en azından henüz alışma evresini aşamadığım için sanırım, geçemedim "kendini besleme" kısmına... 

ama, arada bir kaçamak yaptım :) fethiye' de bir yere gittim bir buçuk günlüğüne... yola çıkmadan önce, ciddi stres altındaydım ve dönünce yetiştirmem gereken işler vs nedeni ile ciddi sıkıntı içindeydim yola çıkarken ve bir an "gitmesem mi" diye bile düşündüm... fakat, ölümcül bir ihtiyaçtı yola çıkmak...

pelteleşmiş beyin ve stressten kızarmış vücutla, beklentisiz ve sadece  "görmek-tatmak-öğrenmek" üzere yola vuruldum... bütün yolun tadı ve süprizi bu cümleydi aslında... düşünmeyi durdurunca ve sadece yolda olduğunu bilince, hakkaten tatlı bir balon içinde, dünyaya değmeden, hiç bir şeyi bir yere koymadan, algının merkezinde durup ama dünyanın merkezinde olmadan, var olmak sadece... kendim bile şaştım, o kadar uzun heyecanla gitmeyi yaklaşık 9 aydır beklediğim yerde olmak çok daha heyecan yapar, aşırı sevinir ya da hayal kırıklığı yaratır, ya da işte bir sıfata bürünürdü normalde...  sadece his herşey... beklemeyince kendiliğinden olan...

bir kaç detay daha var bahsetmek istediğim:

gittiğim yerde dikiş diktim... mesela o çok heyecanlıydı... makina, gördüğüm en eski makinaydı... ayakla çalıştırılan ve çocukken dolmuşçuluk oynadıklarımızdan bile eski... önce dilini öğrenmek gerekti... bildiklerimden farklıydı... yan tarafından bir kolla çevrilen makinalardan... makinayı durdurunca ve kolu bırakınca çıkardığı ses, aynı tramvayın ziline benzediği için, bir yandan da diktiğim iz boyunca tramvay sürüyormuş gibi hissettim... bildiğim tüm makinaların çağanozları dairesel ve kendi içinde döner; bu makinada kurşun şeklinde ve onu bir yay üzerinde hareket ettiren bir sürgüsü vardı... çok etkilendim ondan... çok da güzel çalıştık beraber... sonra, akşamüstü utangaç güneş, yanakları kızarıp, tam karşımdan denize daldı cuppala... bu sahneyi daha önce de çok görmüştüm ama, böyle tadını çıkarmamıştım sanırım...

dağlar çok güzeldi... bir yer vardı, iki dağın kesiştiği ve eteklerinde denizi ağırladıkları... ışıklı yağmurun havasının büyüsüyle, öyle bakakalmaktan başka bir şey yapamaz ki insan zaten... orada yaşayanlar hep kafası iyi geziyorlarsa şaşırmam doğrusu...

sonuç: karar verdim, bundan sonra içimden bi ses "şuna ittiyacım var" dediğinde daha çok kulak vereceğim kendisine...

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder