Sayfalar

1/16/2014

Ey Susmak

dün annem mutteşem yüzyıl izlerken girdim salona. şöyle bi şiir okuyodu sülüman, pek sevdim, hatta "oha" dedim:

----------

ey susmak,

benim özüm sensin,


sevdiğimin perdesi de sensin,
susmanın en kıymetsiz lütfu
insandan, korkunun da ümidin de yok olup gitmesidir.
insan kaderin getirdiklerine karşı susarsa,
şikayet etmezse,
onda ne korku kalır, ne ümit.

beni kederlerle, belalarla yıkmadıkça, harab etmedikçe allah,
bendeki gizli hazineyi hiç bana verir mi?
beni coşkun bir sele kaptırmadıkça,
nasıl olur da beni çeker ihsan denizine götürür?

ben, aynayım.
ben aynayım.
gevezelik eden, söz söyleyip duran kişi değilim.

ben sustuğum için siz benim gönül feryadımı duyamazsınız.
ancak kulaklarınız göz kesilirse
benim perişan halimi görür, anlarsınız.

---------


devamında artık insan egosundan nasibini almış bişiler diyordu, o kısımı sevmedim ama belki anlamamışımdır…

sonra Cibran geldi:

ACI

Ve bir kadin, 'Bize acidan bahset' dedi.

Ve o cevap verdi:

'Aciniz, anlayisinizi saklayan kabugun kirilisidir.

Nasil bir meyvenin çekirdegi, kalbi Günes'i görebilsin diye
kabugunu kirmak zorundaysa, siz de aciyi bilmelisiniz.

Ve eger kalbinizi, yasaminizin günlük mucizelerini
hayranlikla izlemek üzere açarsaniz, acinizin, nesenizden
hiç de daha az harikulade olmadigini göreceksiniz;

Ve kirlarinizin üstünden mevsimlerin geçisini kabul ettiginiz gibi,
ayni dogallikla, kalbinizin mevsimlerini de onayliyacaksiniz.

Ve kederinizin kisini da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz.

Acilarinizin çogu sizin tarafindan seçilmistir.

Aciniz, aslinda içinizdeki doktorun, hasta yaninizi
iyilestirmek için sundugu 'aci' ilaçtir.

Doktorunuza güvenin ve verdigi ilaci sessizce ve sakince için;

Çünkü size sert ve hasin de gelse, onun elleri
'Görülmeyen'in sefkatli elleri tarafindan yönlendirilir.

Ve size ilaci sundugu kadeh dudaklarinizi yaksa da,
O'nun kutsal gözyaslariyla islanmis kilden yapilmistir.'

ve sonra AŞK geldi:

"Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum. İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir? "
"Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum? "

1/06/2014

iki insan bir noktaya bakar dururlar,
herkes kendi gördüğüne doğrudur der ya.
benim için benim hayalim doğru be insan,
senin için senin hayalin doğrudur ey can,
senin için senin hayalin doğrudur ey can...

insana yön göstermek çok zor be ey can,
ruhun alabildiğini aklın anlamaz.
senin yüreğinde yatan en doğrusu can,
senin ruhunda yatan en doğrusu can.

bu bir masal bir hikaye değil be ey can,
doğada var bu gerçekler anla be ey can.
doğa sana tüm gerçeği söylüyor ey can,
doğayı anlamazsan çok zor be ey can,
doğayı anlamazsan çok zor be ey can...

senin doğan senin ruhun, saygı göstersen,
sevgini hiçbir zaman eksik etmesen,
aklın gücü ruhuna yetmez be ey can,
aklın gücü doğana yetmez be insan.


arto tunçboyacıyan- herkes kendi bildiğine doğru der...

1/02/2014

yıldız ağacı

Uzay zaman içinde, yollar hayal peşinde, ütopyalarla gerçeklikler arası bağlarda, minik bir gezegen varmış…
bu gezegen, akıl almaz olaylar yaratabilirmiş; kimi zaman muhteşem güzellikler, kimi zaman üzücü öyküler; birine göre güneş salına salına ışır, başka birine göre kara bulutlar gökyüzünü sararmış… bizim buralardaki fizik kuralları orada işlemezmiş… herşeyin oluşu tamamen gezegen sakinlerinin hislerine, rüyalarına ve hayallerine göre gerçekleşirmiş. hatta, öyle ki aynı anda aynı yoldan giden iki farklı kişiye yolda neler oldu diye sorsanız, çok başka öyküler anlatabilirmiş bile! kimisinin endişesi tek boynuzlu bir canavar olarak karşısına dikilirken, bir başkasının sevinci, papatyalar ve gelincikler olur süslermiş yolu… bazen etrafına mini mini konfeti baloncuklar saçan kuşlar geçerken, bazen çiçekler osuran ama korkunç bir ejderha ile bile karşılaşabilirmişsiniz… gezegenin sakinlerine sorsanız, kimisi bu yolculukları her haliyle çok sever, yolları keşfe çıkarmış; kimisi de pek öyle gezmekten haz etmez, minik güzel kulübeleri ve komşuları ile takılarak keyif çatmayı severlermiş… hepsi de güzel, hepsi de kendi halindeymiş…

"yolcu" sakinelerden biri, bazen yolda oturur ağaçları seyre dalar, onları bir şeylere benzetirmiş… aslında, o ne hayal etse, ağaçların o şekle girdiğini unuturmuş bile bazen…
bir gün, kendini dinlenmeye çektiği, patikalardan birinde giderken, cılız bir ağaca raslamış. bu patikadan daha önce geçtiği halde onu hiç farketmemiş ve bu yüzden hem şaşırmış hem de içini bir merak salmış. daha yakınına gitmiş ağacın ve yaklaştıkça daha da güzel gelmiş ağaç gözlerine… "neden bu kadar cılızsın" diye sormuş kadın, bakmış ki biraz su ve biraz yeni toprak gerek… ona su ve toprak taşımış yolu oradan geçtikçe. her gittiğinde, ağacın yaprakları altından birer yıldız parlamaya başlamış ve kadın, yıldızlı ağacı çok sevmiş; kadın sevdikçe ağaç güzelleşmiş.

-bu kadın, her zaman "yolcu" değilmiş… eskiden de bir ağacı ve ağacın bahçesinde bir kulübesi varmış. yanlış okumadınız! kulübeyi oraya yapmasının nedeni, ağacın kendisiymiş. yine arada küçük gezintilere çıkarmış herkes gibi. bir gün bu gezintilerden birinde, bir kabusla karşılaşmış. bu kabusla boğuşurken, kulübenin izini kaybetmiş ve ardarda geçtiği kötücül yollarda giderken, artık dönecek bir kulübesinin olmadığını çünkü ağacın gerçekten var olup olmadığını hiç bilemeyeceğini hissetmiş… gezegenin doğası gereği, olan her şey hayal ve his meselesi… yaşadığı bu şeyler kadını çok üzmüş, farketmediği halde, yıllar sonra bile onu korkutan-acıtan yaralar bırakmış… sonunda, dönecek yeri olmadığına göre, yepyeni hayaller kurup, yepyeni yollara çıkmış ve böylece "yolcu" olmuş…-

zaman içinde yaşadığı kabusları ve kötücül yolculukları unuttuğunu sanan ve mutlu mutlu yıldız ağacına koşan kadın, ağacın yıldızları parladıkça ve içini ısıttıkça, çıktığı yolculuklardan dönüşlerde zorlanmaya başlamış. bir an önce ağaca varmak istediği halde karşısına kocaman zırhlı ejderhalar çıkıyor, karabasan isimli o karanlık ve korkunç yaratık yoluna tuzaklar kuruyor ve sürekli canını yakıyormuş. kadın, bu kabusların nedenini biliyormuş: unuttuğunu sandığı o yolculukları tekrar yaşamaktan korktuğu için, şimdi, sürekli yeni yeni kabuslar türetip duruyormuş. yine de, her kabusta bir parça daha iyileşip, bir parça daha güzel hayal kurabilmeye başlamış… hatta, belki uzun yolculuklara çıkmak yerine, yakın yolculuklarla yetinmeyi düşünmeye başlamış. işte, tam böyle düşünürken, ağacın yanına varmış; kendi kabusları ile uğraşmaktan besleyemediği ağacın yapraklarını solgun, yıldızlarını sönük bulmuş. anlayamamış önce, neden böyle olduğunu… sonra konuşmuş onunla, yola çıkmamış yanında kalmak için. dibinde oturup güzel hayaller kurmuş yıldızların ışıklarını beslemek için, şarkılar söylemiş, öyküler anlatmış… ama nafile çünkü ağacı beslemek için bu kadar uğraşırken, hep onu kaybetmekten korkmuş… korktukça işe yaramaz hale gelmiş şarkılar ve hayaller… korku gittikçe büyümüş; büyüdükçe yırtıcı avcı kuşlar saldırmaya başlamış. avcı kuşlar, ağacın yıldızlarını koparıp koparıp mideye indirmişler… kadın, korkusundan kurtulmuş, ama artık ne yıldızlar varmış, ne ağaç…