Sayfalar

6/04/2012

Dişli bir dişi vs. bir dişli dişi

Kadın ve adam, zamanında, mağaralarda yaşarlarken, kadınlar doğum ve toplayıcılık, erkekler avcılık yaparlarken, herkes en çok muhattab olduğu şeyi gözleme şansına sahip olur ve kadınlar "tohum" ve "toprak" ilişkisini çözerler. göçebe ve daha az sayıda yaşarlarken, kadının tarımı keşfetmesinden sonra, gittikçe büyüyen topluluklar halinde yaşamaya ve üretmeye başlarlar. geniş aileler halinde yaşanırken, kadını dölleyen tohumun sahibi bilinmezken, kadının hangi çocuğu doğurduğu net bir bilgidir. bu nedenle, adem in değil, havva nın çocuğudur, çocuk... ilk tanrılar, dişi tanrılardır... herşeyin varoluşu, sonrasında ortaya çıkan diğer bütün tanrılar ve evren ve zaman ve insan, herşey büyük "anne" den gelir... büyük anneye eşlik eden bir de tanrı vardır... herşeyin üremesi için, bir erkeğe ihtiyaç olduğunun farkındadır herkes ve ona saygıda kusur etmezler. 

"anaerkil" toplumlar, bugünkü ataerkil toplumun tam simetriği değilmiş... yani kadının iktidar olmak veya her konuda tek karar verici olmak gibi bir derdi yokmuş... bu nedenle, daha komünvari ve daha esnek iş bölümlerinin yapıldığı ve gruplar halinde yaşanan bir kurgu içinde yaşarlarmış insanlar... zaman içinde, köylerin büyümesi, metalin ve taşın işlenmesi ile fazla ürünelerin elde edilmesi, yerleşik düzende yaşayan birimlerin, göçebe-yağmacı birimler tarafından saldırıya uğraması, gittikçe erkeğin fiziksel gücüne ihtiyacı arttırmış ve savunma önemli bir yer edinmiş yerleşkelerde. Aslında binlerce yıl, kadın rahibe ve kadın savaşçılara sahip köyler-kentler, ürünün kamusal - işin kolektif olduğu  daha barışçıl ve huzur içinde yaşarlarken; erkeğin oüdipal kompleksi- iktidarını kanıtlama çabaları ile, gittikçe daha saldırgan ve daha çok savaşan toplumlara dönüşmüşler. Askeriyenin gelişmesi ve bununla beraber toplumu yönetme iktidarı ile ortaya çıkan sınıfsal ayrımda, ayrıcalık sahibi kişilerin mülkiyetlerini korumaları ve çoğaltmalarını sağlayacak bir şiddet eğiliminin oluşması, köle-efendi ilişkisinin yaratılması, hep ataerkil dönüşüm sırası ve sonrasında ortaya çıkmış...

Bin yıllarca, Büyük Anneye şükranlarını sunup bilgeliğinden faydalanan toplumlar, bu iktidar kanıtlama çabası içinde, büyük anneyi üçlek tanrıçaya bölmüşler; birini Zeus'a eş, diğerini Apollo'ya kardeş, bir diğerini de Afrodit yapıp, çirkin kocayla everip, üstüne kocasını aldattırıp kötü damgalar vurmuşlar... Avrupa ve Sami dillerinde, fahişe ve köpek kelimelerinin kökenleri hep tanrıçaların öz dillerdeki isimlerinden türemiş...

Neredeyse İsa'ya kadar, anaerkil toplumun komünal düzeni ve Büyük Anne'den korkan erkek egemen idare, son Rahibeleri ve tapınakları, mitleri öldürmek için ellerinde geleni yapmışlar. Sonrasında, zaten tek "erkek" tanrılı dinler, toplumun yönetilmesi ve bir takım ayrıcalıkların belli kesimlerce konusunda her türlü öyküyü halka yedirmek sureti ile, özellikle kadının sindirilmesi, kendi gücünden uzaklaştırılması ve binyıllarca yaşayageldiği herşeyi bir kenara atmasını sağlamıştır.

Aslen, bütün bu bilgilerin, okullarda tarih derlesinde anlatılmaması veya heryerde rastlanılır olmaması, belgesellerde arkeolojik kalıntılar gösterilirken açıklanmamasının, Yunanlardan beri unutturulmaya çalışılmasının nedeni, tabii ki ekonomik yapıyı korumaktır. Eğer insanlar, bu ürünün kamusal- emeğin kolektif olarak yaşanmış binlerce yıllık tarihi keşfederlerse, bir gün yine bu şekilde yaşanabileceğini de anlayacaklardır. Çünkü, halihazırdaki sistemin en büyük silahı, "komünal yaşamın insan doğasına aykırılığı"dır.

Halbuki, toplumsal bilinç, teknoloji gelişimi ve dünya-evren bilgimizin gelişimi ile gelen farkındalık düzeyi, herşeyi bir "tanrılar kurulu- tanrı" ile açıklama ihtiyacımızı ortadan kaldırdığı gibi, iktidar savaşının çözümlerini bulabilmemize de olanak sağlayabilir. 

Bugün, adamın biri çıkıp "kadının kürtaj olması-olmaması" veya "sezeryan ile doğum" hakında bir takım konuşmalar yaptığında, kendisine gülmek geliyor içimden. altı üstü, haydi diyelim, 3000 yıllık bir geleneğin kurbanı olarak, farkında bile olmadan, kadının kafasına vura vura elinden bütün haklarını alabileceği ve bu şekilde kendi sistemini koruyacağı inancında...

Pek çok tepki gösterildi konu ile ilgili olarak... Aslında,konunun açılması iyi oldu... neler yaşadığımızı ve neyin hakkımız olup olmadığı konusunda tartışmalar açılmasına ve herkesin bazı şeyleri oturup düşünüp farkına varmasına olanak sağladı. 

Bu arada, yaklaşık 1,5 sene önce, evliyken, kürtaj olmak istediğimde, Ege Üniversitesi Hastanesi bebeğin sağlıkla ilgili problemi olmadığı durumlarda kürtaj yapmadıklarını söylemişlerdi. Aslında, zaten devlet ücretsiz kürtaj hakkı tanımıyordu ki bütün hastanelerde. Bırakın kürtajı, evli olmadığınız halde bakire değilseniz jinekolojik muayene olmak istediğinizde pek çok garip tavırlarla karşılaşmanız mümkündü hep. Bir keresinde, iki erkek intern, muayene etmek istememişlerdi ve "muayene edecek misiniz, etmeyecek misiniz?" diye bağırmam gerekmişti kendilerine.

Demem o ki, bütün bu olanlar, göründükleri hallerinden ibaret değiller. Demem o ki, bu adamların kendilerinde doğurup-doğurmayacağımıza vereceğimiz karardan önce, zaten, hangi okula kaç yaşında gideceğimize, hangi yaşta evleneceğimize, cinselliğimizi nasıl ve ne zaman yaşayacağımıza dair pek çok fikirleri, akıl yürütmeleri ve yargıları var ve bunları zaten her gün, bulunduğumuz her yerde kafamıza vura vura yaşatıyorlar. Üstelik sadece "kadın" olanlarımıza değil, bütün bir toplum olarak hepimize...