Sayfalar

5/26/2012

Günbatımından Şafağa

iki akşamdır, güneşi kordon' da, deniz kenarında batarken izledim... pek güzel, kocaman kırmızı bişi... kendi halinde, yaklaşık olarak olduğu yerde dönüp duran, ortalama bir yıldız işte... insan ömrüne oranla neredeyse sonsuza kadar da orada kalacak, burada neler olduğuna hiç mi hiç aldırmadan(yaklaşık 4,5 milyar yıl daha!)
kendisi, beklediğim birilerini hayal ederken ve/veya karşılaşma anında heyecanlanan suratımın kızardıkça utanıp - utandıkça kızarmasına takmadan, pamuk pamuk bulutların koynuna uzanır tabii, rahat rahat, gönlünce allara güllere bürüne bürüne... ne de olsa, bellidir önünde sonunda bulutların onu seve seve kucaklayacağı... peki ya burdaki güneş?
o "güneş" huzurlu huzurlu uyuyadursun, bu "güneş" yine "koskocaman karmançorman" ile başetmeye çalışırken bulur kendini... "koskocaman karmançorman" çok güçlü bir karakterdir! dev gibi bişey işte! tostoparlak, yusyuvarlak, her yerinden saçakları sarkan, nereden çeksen oraya uçan, ele avuca gelmez, tanımladın sandığın saniyede yüz değiştiren, saçma sapan bir şeydir işte ilk bakışta! çoğunlukla bilinçaltından kaçmaya çalışan bilinçüstü akıl yürütmeler-hisler-sezgiler-sezememeler-bilmeler-bilememeler-ikircikler-arzular-coşkular ve yere çakılan burunlarla beslenir, koskocaman karmançorman... evet, onu en azından bu kadar çözebildiğimi sanıyorum... bir de, halihazırdaki karmaşa yetmezmiş gibi, daha da karıştırmak için ortalığı eser durur insanın beyninde ve karnında... işte, yine öyle bir zamandı dün...
"daha önce de böyle olmuştu... o zaman, alıp karşıma, kısaca "çorman" ı, sormuştum "derdin nedir, niye bu işkence?" diye... cevap vermemişti... karşımda büyük cüssesi ile öylece bakıp durmuştu suratıma, bir gözü ayda öbürü plutoda! "ya sabır" çekip, bir daha sormuştum ama yine cevap yok... yooook, bir nedeni varmıştı da nemişti?  "illa bir hediyesi olmalıymıştı" sordumdu: "hediyen nedir?" diye, o da koca bir paket uzatmıştı":
paketi açtım, içinden başka bir paket çıktı, bir daha açtım başka bir paket! taaaa ki en son 4,631 santimetre küplük pakete kadar devam etti ve bozuldum tabii ki... ama o gülüyordu! sonra durdum ve anladım "bu süreç miymiş hediyeeeeen, hımmmm.... sağol!"
velhasılı, karmaşık bir takım hislere sahip, fakat bütün bu hislerin olmasının bir nedeni olduğunu bilerek, ama diğer yandan onların tadını çıkarmayı fena halde isteyerek, ve fakat "enerjim yeter mi ki" diye düşünerek yattım yatağa geceleyin...
ertesi gün boyunca tepemde dikilen "çorman" kafamı dürtükleyip durdu, sinir etti... ben de sevdiğim güzel şarkıları çalıp, onu duymazdan gelmek için içimden şarkılara eşlik edip, işlerimi bitirdim :) o da, arka planda çalışan beynimin de bir takım şeylere aymasıyla beraber, yavaş yavaş gitti ve terketti sonunda... çok sıkıldığından uzun süredir görmediği arkadaşları ile buluşmaya gittiğini söylediği bir not bırakmış giderken...
gün biterken, otobüse atladım, deniz kenarına gittim... yine kocaaamaaaan, gül yüzlü güneş bulutların koynuna kıvrılmak üzere hazırlanmışken, yakaladım onu, bir elde kahve, öbüründe sigara, dilde tatlı bir şarkıyla... bu kez onun rahatlığına hem hayranlıkla ama hem de kıskanarak değil, onunla mutlu olarak uğurladım uykusuna...
bir süre yürüyüp, ardından çimenlerde yuvarlandıktan sonra, katlanır bisiklet almaya karar verdim... böylece kışa kadar konak a bisikletle gelip, oradan da otobüse binebilirim mesela... bu da işe gelip gitmek için bir motivasyon olabilir aslında...
yalnız olmak da(ha mı bilmiyorum ama kesinlikle) oldukça iyi ve mutlu birşey... 

5/24/2012

Kaçı kaç geçe, kaç öte?


aşık olmanın, karşıdaki kişiyi dolayısı ile kendini yüceltmekle doğrudan ilişkisi düşünülünce... bir de iki kişinin aşık olması sonucu ortaya çıkan "yanıltıcı gaz bulutunun" insanı kendinden uzaklaştırma potansiyelini düşününce, bir de soğrulan enerjiyi filan...püf, farkındalığı ayakta tutarak yaşamak da ilginç bir savaş olur...
benim dünyamda - gerçekliğimde, yaşadığım bir kaç örnekten genelleyebileceğim kadarı ile işler şöyle gidiyor:
birinci raund: karşılaşma...
aşıkdaşlık etmeden aşık olmak nasıl birşey ki... bir insan uzaktan beğenilir, güzel bulunur, komik bulunur, sevecen bulunur: arzulanır. arzulanan kişiyle aşıkdaşlık edince, ancak, keşif başlamış sayılır ve gerçekten hoşlanıp hoşlanılmadığı anlaşılır. hoşlanılmayan durumlarda, iş burada bitmiştir...
ikinci raund: hissetme...
birinci raundun üstünden geçen günlerde, birden bire, durduk yere, sözkonusu kişinin kokusu insanın burnuna burnuna giriyorsa, sesi kulaklarda çınlayıp, gülüşü ve konuşması gözlerde canlanıyorsa abayı yakma işlemi gerçekleşmiştir. gecenin bir yarısı uykudan uyanılır, "sırtımdan sarılan sen misin" diye sorulur...cevap veren kimse yoktur tabii ki, görülen rüyanın etkisinde kalınmıştır ve iki dakika sonra tekrar uyunulur...
üçüncü raund: dürtükleme...
bir veya bir kaç kez karşı taraf dürtüklenerek gelen bilgi okunmaya çalışılır... genelde olumlu yanıt gelmez... çünkü kimse bir kere sevişmek için tavladığı kızın sonradan tekrar aramasını istemez: hedefe ulaşılmıştır. veya karşıdaki aynı şeyi hissetmemiştir. belki hissetmiştir ama zaten sevgilisi vardır ya da zamanı değildir ya da her neyse odur. bazen, nadiren kısmi geri dönüşler olsa da, çok gürültülü ve okunabilmekten uzak bir veri dizisi olduğundan, hangi istatistiksel yöntemle, neresinden bir eğri-doğru geçirileceği bilinemez.
dördüncü raund: ya zafer ya ölüm...
durum şudur: kafa karışıklığı nedeniyle, ikinci raunddan üçüncü raunda geçiş sırasında, ayaklar yere basar. şöyle ki: gerçeklik sorgusu yapılır; "gerçekte ona hayranlık beslememin nedeni, onda kendimden şunu bunu ve işte bişileri bulmam... demek ki, bendeki bütün bunlara ve dahasına sahip başka birisi çıkabilir sokaktaki milyonlarca insan içinden"; yani bahsi geçen şahıslar hem biricik olabilirler, ama hem de hiç bir şey olmayabilirler.
insan üçüncü raund sırasında direkten döner...aşık olmak duygusu geri çevrilmiştir. ama hala ceza sahası içindedir. scoreboard da, maçta kaç dakika kaldığı, gol veya gollerin sayısı uzaylıca yazılmıştır ve anlaşılamaz olduğunuz yerden... 1-1 berabere de olabilir, 1-0 yenik de olabilirsiniz... 1-1 se oyun uzatmalara gidebilir... 1-0 sa, o zaman gerçeklik sorgulamasına sıkıca tutunularak, irtifa kaybeden pembe buluttan atlanarak yeryüzüne geri dönülür. hayata daha sıkı tutunulur...
durum 1-1 se ne ala... daha uzatmalar var demektir. bu durumda, karşıdaki kişinin, istatistiksel olarak hiç bir eğri ya da doğru ile uzlaşamıyor olması beklenen durumdur. çünkü, bu kişinin, "kendini olduğu gibi ortaya koyma" yanılsamasını yutmayarak, "içinde daha neler var neler acaba" diye soran bir kafaya sahip olması gerekmektedir, ki nadiren rastlanılır. ayrıca, bu kişinin, karşısındaki kişinin aşık halinin bazı semptomlarının çok normal göründüğü halde, fazladan bir kaç özgün motivasyona sahip olduğunu anlaması gerekmektedir. ama işin zorluğu şudur: bu kişinin bunları anlayabilmesi için, zaman geçirmesi gerekmektedir ve bunun için itekleyici güç, arzulama miktarıdır ki, bir kerede elde edilen şeyin, arzulanmaya devam edilebilmesi için ekstra bir kimya uyuşması, ya da sarhoş olunmaması ve saçma saçma konuşmalar yapılmaması gerekmektedir, galiba... bilmiyorum...
neyse, velhasılı sanırım aşık olmak, hayata dair öğrendiklerim arttıkça zorlaşan bir iş haline dönecek... belki de önce aşık olmayı denemek ve sonra aşıkdaşlık etmek gerekir... nazlar, niyazlar, kaprisler, istekler... sahip olunan cinsiyetin her türlü işvesi cilvesi ile karşıdaki insanı deli etme çabaları vs... çevremdeki insanlardan (insanın beyninin nasıl çalıştığını anlatan arkadaşım hariç) hep bunu duyuyorum... ama ya öyle değilsek ya da doğru bulmuyorsak(eğitmen miyim ben, öyle şeylerle eğitecek miyim koskoca adamı? adamsa, doğal-komik-karizmatik hallerimdeki işvemi cilvemi yakalamaz mı zaten) veyahut çok sabırsız bir insansak ne olacak? ayrıca, eski sevgililerim aynı tutuma olumlu yanıt verebilmiş insanlardı... demek ki, tek bir doğru yok gerçekte... öyleyse de, o zaman daha çok saygı duyuyorum şimdi kendilerine...
bir de mesela kaç zamanda bir, yeni insanlarla tanışıp, bunlardan kaçını arzuluyoruz ve arzuladıklarımızın içinden kaçı bizi arzuluyor? kaçı kaç geçe, kaç öte? amaaaan... çok zaman gerek, çok enerji gerek...  öyle çabuk ki herşey, yetişen kapar, yetişemeyen avcunu yalar, sonunda da kader der, geçer...
o-bu değil de, daha mutlu bir işyeri bulmam gerek hacı... böyle devamı gelmeyecek... hegel durağı dedik, turuncu dedik, yetmedi... 

5/01/2012

HEYECAN

Karnımda uçuşan bir sürü kelebek var... sanki göbek deliğim kelebekler vadisine açılan bir kapı gibi... tam da mayıs, tam da çiçekler zamanı... 

birşeyler olacak... bu heyecanın bir nedeni var, önceden sezdiğim... hep böyle olurdu, tek farkla: önceden korkardım... korkularla şekillenen bir hayat insana zul gelir... bilmediğimiz şeylerden korkarız, halbuki bilmediğimiz şey en heyecanlı şeydir!

bir şeyler olacak: belki çok iyi bir iş çıkacak, belki lotoyu kazanmışımdır ama farkında diilimdir, belki çok sevdiğim birileri gelecektir, belki bir yerlere beklenmedik yolculuklar olacaktır, belki hayatımın adamı ile karşılaşacağımdır, belki kendi içimde keşfedemediğim güzel bişileri yakalayacağımdır, belki sadece durduk yerde çok mutlu olacağım birşey göreceğimdir...

karnımdaki kelebekler durmadan uçuşuyorlar, kalbim hızla çarpıyor; normalin en az bir buçuk katı...

belki sadece bahardandır ya da sadece bendendir...

belki güneşin hüzmeleri beynimi çırpmıştır :)