Sayfalar

2/07/2012

Kafası iyi olmak

İnsan çocukken kafası bir başka çalışıyor muhterem.

Hep onun kalmasını istersin de bir türlü olmaz, illa büyürsün, bok varmış gibi. Şimdi hatırladım, en çok 15 yaşımı merak ediyordum. Hep nedense, masallarda, ne oluyorsa 15 yaşında oluyordu, ya da bana öyle anlatılmıştı masallar veya öyle uydurasım gelmiş.

Neyse, hep bir esrik- kafayı bulmuş hal işte çocuklukta insana hakim sanırım. Bazen sokakta görüyorum çocuklar, çok imreniyorum kendilerine. Hiç farketmiyor yani, lüks bir restoranın kapısında uçak taklidi yapmak, sokakta balerin gibi dansetmek, kendi kendine şarkılar söylemek, kimse dinlemese de hiç durmadan konuşmak fln...

Çocukken en sevdiğim şeyler nelerdi diye soruyorum kendime:

İnşaat önemliydi 80lerde çocuk olan bizler için sanırım. Yan komşunun binası yapılırken temel atıldı. İskele gibi bişiler kurmuşlardı sanırım. E tabii ki, denge denemesi yapmak için süper bir mekan! Diz kapaklarımda hala geçmeyen o yara izlerinin %80 i orda oldu herhalde. Bir de, hep ben düşerdim. Sakarlık işte! Oksijenli Su vardı, döktülermi köpürür. Bayılırdım onu izlemeye. Acıyı unutur ona bakardım, nasıl da güzel köpürürdü. Hayal ederdim; büyüyünce şişelerce oksijenli su alıp yere döküp izleyeceğimi! Haha:)

İnşaat ilerledikçe birinci kat, ikinci kat, sürekli kum gelirdi. Kum geldiği gibi içindeki killeri kapışırdık. Kavga gürültü de olurdu tabi, kapış kapış... Killerden vazolar, biblolar, kuş böcek vs. iyi zaman geçirirdik. Sonra, inşaatta çalışan olmadığı zamanlar ikinci, üçüncü kattan atlardık kumlara. Durmaz, koşar tırmanır, gene, gene gene atlardık. Sanırım, aklın bir kısmı kumlarda kaldı. Başka bir kısmı da, kireç söndürülürken onu izlemek sırasında gitti galiba :) Eskiden, kireç taşlarını getirir, varillere doldurulmuş sulara atar da söndürürlerdi. sihir gibi bişeydir: su fokurdamaya kaynamaya başlar. akşama kadar beklersin, varil hala sıcaktır. sonra üstü kaymaklanır, bilimum sinek böcek tutuklu kalır, bütün istençleri bittiği için ölür giderlerdi orda. Yazık...Bir ümit yine buharların çıkmasını, suyun fokurdamasını umarak, çomaklardım varilleri ama bir kere de görmedim tekrar kaynadığını. Sonra, varilin dibinde kaymak gibi kalırdı kireç. Böyle avuçla yiyesin gelir! ona da çomakla çizim yapardm. Zahide Teyze biliyor mudur oturduğu evin inşaatına ne çok kanım, terim, zamanım, anım gömülü? Ama biz Adams ailesi olduğumuzdan mahallede, bu konuları hiç konuşamayarak, sorumun cevabını alamayacağım sanırım.

Çocukken, annem yazlık sinemaya götürürdü beni. Belki kardeşimi de ama onu hatırlmıyorum. Film başlamadan önce göbek atmalık müzikler çalardı, belki o zamanın pop şarkıları fln. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kendimi kaybederek dans etmem ve herkesin bana "dansöz olcak büyünce" demesiydi. Sonra da büyünce ne olacaksın diye soranlara "dansöz" diyordum. İlkokul öğretmenimle tanışınca, öğretmenlike dansözlük arasında gidip geldi aklım.

Bir de dut ağacı vardı. Hala var bi tanesi. Ama ön taraftakini kestiler sonra. Ona tırmandığımızı hatırlıyorum Teyzemle ve çok keyif aldığımı. Bir de, Teyzem o zaman lisedeydi, bir arkadaşı ile buluşmaya beni de götürmüştü, Konak'ta sergiye gitmiştik. Sonra da ordaki kafeterya da oturmuştuk. Sonra da trenle gelmiştik. Çok sevmiştim! Bir de parmak patates yemiştik. İlk kez parmak patates yemiştim ve çok sevmiştim. Sonra Teyzem bize patates kızartıp, üstüne salça sos ile ketçap yapmıştı. Çok seviniyordum o patates kızartınca :)

O lisedeyken, annem çalışırken, bakıyordu bana. Galiba yazları ona bırakıyordu annem. Emin değilim. Kitap okumamı istiyordu, ben sıkılıyor ve dışarı çıkıp oynamak istiyordum. Sonra, onu kandırmaya çalışıyordum. Mesela, atıyorum, 20 sayfa oku ondan sonra çıkabilirsin diyordu.Ben de biraz bekleyip, bitirdim diyordum ama yemezler canım. Bir de midem bulanıyordu. Sanırım ondan sonra göz doktoruna götürdüler ve gözlük takmaya başladım. Ama yanlış hatırlıyor olabilirim. Velhasıl, sonunda birimiz pes ettik, sanırım ben kandıramayacağımı anladım, o da sıkıldığımı anladı, sokaktaki merdivenlerde okumama izin verdi :)

Bir de misket vardı, misket dünyadaki en büyülü şeylerden biriydi benim için! içindeki renkli kıvrımlara bakarak, o kıvrımların üzerinde kaydığımı hayal ederek, camdaki kabarcıkların içine girip, istediğim yere gidebildiğimi hayal ederek saatlerimi geçirirdim. Bir de parmaklarımı konuştururdum birbirleri ile. Uyumamız için yatırıldığımızda ve uyumadığımda, parmaklarımı konuştururdum birbirleri ile ve çok severdim bunu. Bir de,açısal boyutu keşif de iyidir. bir nesneye bir gözünle baktığında, farklı bir yerde, onu kapatıp öbürü ile baktığında başka yerdeymiş gibi görünürdü. Gözün tek hareketi ile baktığın şeyin yerini değiştirmesi süper bir buluştu ama kimse kale almamıştı bu buluşumu :) Büyüyünce anlaşıldı iki göz arasındaki uzaklık nedeni ile böyle olduğu.

Eskiden tuvaletlerde, mozaik taş kullanırlardı. Yani sanırım yerleri döşedikten sonra kalan parça taşları-karoları birşeylerle karıştırıp onunla yapıyorlardı tualetin yerlerini. Sırf oturup o taşlarda gördüğüm karakterleri, nesneleri canlandırırdım. Bulutların şekillerini bişilere benzetme oyunu gibi.

Pencere ve gözlük camı da başka bir eğlence dünyasıydı! Pencereye oturur, camı açıp kapattıkça kendimi sallanıyor sanardım. Zahiri ben sallanıyor ya, ben de sallanıyormuşum gibi olurdu :) Böylece salıncakta sallanabilmek için kuyruk beklemeye gerek kalmıyordu. Gözlük camı başka bir olay! Önce insanların etrafında renkli hareler gördüm. Zannettim ki, insanlardan ışıklar saçılıyor! Uzun süre devam etti bu. Sonra geçti. Gözüm alıştı cama galiba. Sonra, yağmur yağmaya başlayınca, cama düşen yağmur damlalarını tam sokak lambasına denk getirerek bakınca, mikroskopta görünen bakteri çizimlerini andıran görüntüler çıkar. Kendime ait bir mikroskopum varmışcasına, ona da bakardım uzun uzun, büyüleyici gelirdi.

Hep sihirliydi hayat, çok büyüleyici bir yerdi dünya, ama ne zamana kadar? Logaritmik olarak azalan büyü algısına kaldırıyorum kadehimi!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder