hayat işte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat işte etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1/06/2014

iki insan bir noktaya bakar dururlar,
herkes kendi gördüğüne doğrudur der ya.
benim için benim hayalim doğru be insan,
senin için senin hayalin doğrudur ey can,
senin için senin hayalin doğrudur ey can...

insana yön göstermek çok zor be ey can,
ruhun alabildiğini aklın anlamaz.
senin yüreğinde yatan en doğrusu can,
senin ruhunda yatan en doğrusu can.

bu bir masal bir hikaye değil be ey can,
doğada var bu gerçekler anla be ey can.
doğa sana tüm gerçeği söylüyor ey can,
doğayı anlamazsan çok zor be ey can,
doğayı anlamazsan çok zor be ey can...

senin doğan senin ruhun, saygı göstersen,
sevgini hiçbir zaman eksik etmesen,
aklın gücü ruhuna yetmez be ey can,
aklın gücü doğana yetmez be insan.


arto tunçboyacıyan- herkes kendi bildiğine doğru der...

9/10/2012

Anoreksik Kafa Anoreksik Hayatta Bulunur

günler 48 saat fln olsa, hem yazı yazsam, hem grafik tasarım yapsam(ama zorundalıktan değil, gönlümden geçen şeyler için), hem dikiş diksem, hem dans etsem, hem bisiklete binsem. durup sadece okumak- durup sadece dinlemek için zamanım olsa, kaygılanmasam geçen zamana... doyasıya uyusam vicdan azabı çekmeden... sevdiğim herkesi görebilsem, behçeyle uğraşabilsem... şimdi çoğunu yapamıyorum. yapsam da ondan ona koşmayla geçiyor ve hiç bir şey anlamıyorum yaptıklarımdan; zamanla içi boşalıyor ve pratik ihtiyaçları karşılamak için yapılan işlere dönüşüyor. (insan gibi yemek yapıp, kek yapıp, keyifle yemeyi özledim yahu!)

Yaptığımız işlerin içini, aldığımız keyifle, kattığımız anlamla, üstünde geçirdiğimiz zaman içinde edindiğimiz anlayış ve deneyimle doldurmazsak, ne anlamı kalır o işleri yapmamızın?

son bir aydır, robot gibi çalışmaya çalışıyorum ama artık işe yaramıyor ve çıkan işlerim de beğenilmiyor böyle olunca. beyni hem fiziksel olarak cevizle ve bademle beslemek gerekiyor, hem de manevi şeylerle... sürekli  bilgisayar başında çalıştığım için, blogları okuyup, fotoğraflara bakıp, videolar izleyerek beslemeye çalışıyorum kendimi. bir şeyler katıyordur elbet ancak gerçek hayat deneyimi gibi olmuyor tabii ki... yapılan bir şeye bakmakla, bir şey yapmak arasında büyük fark var sonuçta...

hayata, gerçek anlamda yaşam katmayınca, sonunda anoreksik beyin ve ruh haliyle, anoreksik işler çıkıyor böyle... bir şeylerin değişme zamanı gelmiş demek ki! bakalım bu kez nasıl bir çözüm bulacağım? merakla bekliyorum kendimi...

9/06/2012

ASLINDA BIR KONU VAR

dün bir sürü huzur ve ermişlik edasıyla bir yazı yazdım ya hani... 

(burada yasemin mori) aslında bir konu var (isimli şarkısını söylemeye başlar...) çözemiyorum...

bilgi ve davranış biçimlerimiz üzerine düşünüyorum... hepimizin yargıları var. karşılaştığımız herşeyle ilgili bir sürü şey geçiyor aklımızdan ve öğretilmiş- düşünülerek ulaşılmış-deneyimler sonucu edinilmiş-pişmiş-kaçmış bir takım bilgileri kullanarak bir takım sonuçlara ulaşıyoruz değil mi? sonra, bu sonuçları değerlendirip, içlerinden bazılarına tutunup öyle tepki gösteriyoruz. peki iyi de, bunların doğruluğundan nasıl emin oluyoruz?

merak ediyorum, her karşılaştığı etki karşısında, oturup düşünüp, ön yargılarını bir kenara bırakmaya çalışıp, bir o pencere, bir bu tencere ve bir de çatıdan bakarak hareket eden var mı? bazen alıklığım mı tutuyor  yoksa, boşuna mı bu kadar her köşeye taşınıp, düşünüp hareket etmeye çalışıyorum? doğrusu ne, bilmiyor muyum?

aslında bir doğru var(böyle bir şarkı bilmiyorum henüz); insanın kendi doğrusu... eğer kendi doğrusu, genel doğrularla uyuşmuyorsa birinin, o zaman işte, hem öbür hem kendi doğruları arasında bir yerde dengede kalabilmek için sanırım, empati yeteneğini devreye sokarak, genel doğruları en azından anlaşılır bir dizge içinde algılamaya çabalar o biri. bu durumda işte, farklı doğruların sınırları belirginliğini yitirir ve belki bazen iç içeymiş gibi görünebilir. benim koskocaman karman çorman pek seviyor böyle anları, tam ona göre örneğin. genel doğru ile kendi doğrusunu uzlaştırabilince daha huruzlu ve mutlu bir hayata sahip olabileceğini düşünüyor ya insan hani, kendi deneyimlerimden yola çıkarak söylüyorum: yalan!

bazen de öyle net bir şekilde emin olabilir ki kişi, iki doğrunun hiç bir noktada kesişmediğine; yüz kere deneyip görmüştür ki... inatla kendi doğrusu boyunca hareket eder. ama, bu davranışın da sonu mutluluk olmaz; kendini gerçekleştirmek diye düşünür insan, ama, mutlu olmaz işte, huzurlu da...

bir yerde, en az iki doğruyu da taşıyabilecek bir denge noktası olması gerek. kabul etmek ve akmak, düşünmeye gerek duymadan sadece hareket edebilmeyi sağlayacak bir nokta! sanki o noktayı bulursam çok rahatlayacakmışım gibi bir his var içimde.

o'sensei ueshiba'nın da dediği gibi, acaba karmaşayı çözmek için tam ortasına mı girmek gerek mesela? ya da karmaşayı olduğu gibi kabul etmek? kargılaşmadan, odunlaşmadan...

çözemiyorum işte... belki daha çok pratik yapmak gerekiyordur bu denge konusunda, ta ki çinli akrobatlar kadar esnek ve konsantre olmayı öğrenene dek...

NELER OLUYOR HAYATTA

uzundur yoktum blogda... bir süredir yaşadıklarımdan edindiğim, dıbıdıbıdım birtakım didaktik bilgileri hemencecik yazıp kaçmak niyetindeyim... mutsuzluğu ve kaygıları hep dışarı yansıtıp, dönüp kendine bakmama şımarıklığı içindeyken şöyle bir soru sormuştum: "bir şehir biter mi?" bu şehrin bittiğini ve uzaaaak uzaaaak diyarlara gitmek gerektiğini düşünüyordum bir süredir. "halbuki elini taşın altına koymak" diye bir deyim var değil mi?bir de kendisi olmak şeklinde garip bir deyim de var.

örneğin: "kendim olmaktan çok sıkıldım" cümlesinde, aslında kendi olmayı çözmekle ilgili bir derdi olan ve bundan kelli sıkıntı içinde olan insanın, içinde bulunduğu durum anlatılır. bir de "kendim olmak için yola çıkıyorum" cümlesindeki anlama bakarsak, burada sözü eden kişi şunu demek ister: " yahu içime atıp atıp biriktirdiğim hayallerim var, isteklerim var, bunların bana getireceği belki milyon tane keyif-acı-sevinç-bilgi vs var... dur ben bir bulayım şunları, oldurayım da göreyim, neymişim "kendim" dediğim."  işte ikinci cümlede, kişinin eli, taşın altına girmeye razı olmuştur bile!

ben de baktım, baktım, baktıııım, koskocaman karmançorman ile ve kontrolcü kontes ile çok kereler boğuştum, derinlere daldım çıktım, güneşi izledim, ters-yüz ettim kendimi ve dedim ki: "kızım, bu şehir tek bir şehir değil; içiçe, katman katman; tıpkı sen ve başka insanlar gibi... var mısın o katmanları keşfetmeye! var say ki bu sokaklar hiç bilmediğin sokaklar... var say ki, hiç kimseyi tanımıyorsun burada... de ki dünyanın öbür ucundaki izmir'desin, o zaman nasıl bakardın buraya? ne düşünür, ne algılardın?"

açıkçası, önümde yepyeni bir şehir inşa olmadı tabii ki, anca animasyonlu filmlerde oluyor galiba... yine de, ne keyif veriyorsa o yöne gitmeye başladım. o yollar birleşti, kesişti, gidip melez güzeli kumral bir bisiklet edindim kendime: uzundur hayalimdi bisiklet ile gezmek... onunla yolculuklarımız boyunca yeni insanlarla tanıştım, daha önce hiç bakmadığım şekilde bakmaya başladım. yol arkadaşlarım ve yokuşlar ve çukurlar dediler ki "hayata karşı seçici geçirgen ol, olanı biteni anla, kabullen, geride bırak ve akarak devam et... dengede kalmanın en kolay yolu bu çünkü! ve sen akıp gitmeyi yapabildikçe, istediğin ve sevdiğin herşey sana doğru akmaya devam edecek... işin sevdiğin iş, bakışın sevdiğin bakış, çevrendekiler sevdiğin insanlar ve şehir sevdiğin şehir olacak... özgürlüğün tadını çıkarmak böyle bir şey işte! çünkü, herşeyi olduğu gibi kabul edince, zorunluluklar ve sıkıcı bağlar kalmaz seni bir yerde tutan; bilirsin ki herşey olması gerektiği gibi."

asıl vurucu nokta, sonra dank etti kafama... sürekli soruyordum, acı çekmeden, hatta mutlu olarak öğrenmek mümkün olamaz mı, bence olmalı!"  diye; şimdi bayram ediyorum, zil takıp oynuyorum sevinçten ki, mümkünmüş işte! 

bir sonraki adımda güzel esmer bir fotoğraf makinesi edinip, rengarenk grafittiler ve hızlı trenler boyunca gördüğüm eski güzel rum evleri ile haşır neşir olmak istiyorum. bakalım o zaman neler olacak...

bu arada, "bağcıyı mı dövsek, üzümü mü yesek? dövmek istemediğimiz ama dövmedikçe üzüm vermeyen bağcılarla ne yapsak? bütün bağcılar aynıysa, üzümden ve şaraptan vaz mı geçsek" konusunda bir takım gelişmeler kaydediyorum sanki içimde... bir sonuca ulaşacak biliyorum... o da ayrı bir hikaye...